Takva ve Dinin Psikanalizi*
*Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemler Yüksek Lisans, 2008
“Din, evrensel bir obsesif nevrozdur” der Freud[1]. Sene henüz 1907’dir, Freud dini inanç ve psikanaliz arasında sıkı bir baÄŸ olduÄŸunu farkındadır ama bu sırada henüz Yapısal Teorisini oturtmamış, insandaki ÅŸiddet dürtüsünü keÅŸfetmemiÅŸ, Oidipus kompleksini derinlemesine ele almamıştır. Bu yüzden de din konusundaki çalışmalarını psikanaliz kuramını ÅŸekillendirene kadar bir süre ertelemeyi tercih eder. Freud’un sonraki zamanlarında din, uygarlık ve tek Tanrıcılık gibi konularda yaptığı çalışmalar psikanalizi bambaÅŸka bir boyuta taşıyarak, onu baÅŸlı başına bir düÅŸünce biçimi haline getirir.
​
Tanrı İnancı ve Dinlerin Kökeni
​
Birey, cinsellik ve saldırganlık gibi dürtülerini tatmin etme arayışındadır. Ancak bu tatminlerin doÄŸurabileceÄŸi tehlikeler veya uygarlık içinde yaÅŸamanın getirdiÄŸi zorunluluklardan dolayı çoÄŸu zaman bu dürtülerinin tatminini gerçekleÅŸtiremez. Bireyi bu tatminden alıkoyan güç, oidipal dönemde anne ile çocuk arasındaki iliÅŸkiye yasaklar koyan “babanın adı”dır. Babanın adı ile çocuk narsistik omnipotensini tamamen yitirerek sosyal kültürel özne haline gelir. Freud’un Totem ve Tabu’da bahsettiÄŸi gibi çocukların babasına isyan edip, onu yemesiyle aslında babanın kuralları da çocuklar tarafından içselleÅŸtirilmiÅŸ olur. Babanın içselleÅŸtirilmesi süper-egonun oluÅŸmasını saÄŸlar ve bu olgu bireyde “vicdan” biçimini alarak kendini gösterir[2].
Tanrı figürünün oluÅŸması, bireyin zaman içinde öldürdüÄŸü, hep duygusal olarak eksikliÄŸini çektiÄŸi ve korumasını aradığı “babanın adı”nın yeniden ortaya çıkışıdır. İlk olarak tek Tanrılığın ortaya çıkışını saÄŸlayan Hz. Musa da, düÅŸüncelerinde ve iradesinde güçlü, hayran kalınan ve aynı zamanda korkulan, Yahudi halkına kucak açan, ÅŸefkat gösteren bir baba figürü olarak ortaya çıkmıştır.[3] Hristiyanlık’da İsa, Tanrı’yı Baba olarak zikreder. Tanrı insanoÄŸlunun “ilahi babası” olması itibariyle insana kucak açar. İncil’de babanın çocuklarına olan sevgisi müjdelenerek aradaki bu baÄŸ artık iyice vazgeçilmez kılınır. Ayrıca bu hikayede bakire bir anne hayalinin olması, anneyle çocuk arasına baba figürünün girmediÄŸi, anneyle çocuk arasındaki bütünlüÄŸün hiç bozulmadığı bir erkek çocuk fantezisi olarak da düÅŸünülebilir.[4] Yaratılış Teorisi de Tanrı’nın babasal özelliklerini destekler niteliktedir. “Tanrı insanı kendi öz ruhundan üflemiÅŸtir” (Hicr Sûresi 29), ona kendinden can ve ruh vermiÅŸtir. Artık insanoÄŸlu, çocukluÄŸunda vazgeçerek hasretini çektiÄŸi babanın korumasını ve ÅŸefkatini ilahi bir baba tahayyülü altında geri kazanmıştır.
Freud’a göre, Musevilik Baba’nın dini iken, Hristiyanlık OÄŸul’un dinidir[5]. Freud bir tek Eski Ahit ve Yeni Ahit üzerinde yoÄŸunlaÅŸtığından, Freud’un Müslümanlık hakkındaki görüÅŸlerini bilinmemektedir. Yine de bu dindeki Allah figürü incelendiÄŸinde ÅŸöyle bir çıkarsama yapılabilir; Müslümanlık “içselleÅŸtirilmiÅŸ baba”nın dinidir. Çünkü Müslümanlıkta tanımlanmış olan Allah, “gizlediklerimizi ve açığa vurduklarımızı da bilir, Allah kalplerde olanı bilendir” (TeÄŸabûn Sûresi 4). Yani bu manada Allah bizim vicdanımız yani içselleÅŸtirdiÄŸimiz babamızdır. Åžark toplumlarında kültürel olarak babayı öldürmek gibi bir olgu olmadığından, süper-ego doÄŸu toplumlarında, batı toplumlarındaki gibi geliÅŸemez. Bize, ÅŸah damarımızdan yakın Allah imajı, içselleÅŸtirilemeyen babanın yerine ikame edilir. Ya da baÅŸka bir ifadeyle süper-egonun en hazmedilmiÅŸ dışa vurumu Müslümanlıkta gerçekleÅŸir.
​
Freud’a göre dinin üç iÅŸlevi vardır;
- Doğanın yarattığı korkuları atmak
- Kaderin acımasızlığı ile uzlaşmak
- Uygarlığın getirdiği acıları telafi etmek
​
Günümüzde dinin bu iÅŸlevleri tekrardan ele alınacak olursa, dinin iÅŸlevselliÄŸini yitirdiÄŸi ve tüm bunları açıklamada, yatıştırmada yetersiz kaldığı görülür. Ancak insanların içinde yatan inancın kuÅŸkusuz ki baÅŸka nedenleri vardır. Uygarlığın bir gereÄŸi olarak bastırmamız gereken dürtülerimiz, baÅŸka amaçlarla ikame edilmediÄŸi müddetçe, bireyde anksiyeteye yol açacaktır. Uygarlığın hoÅŸnutsuzluÄŸundan kurtulmak için birey içgüdülerini yüceltme yoluna gider. Bu sanatsal, bilimsel, ideolojik olabildiÄŸi gibi, dini bir motif ÅŸeklinde de kendini ifade edebilir[6]. Bastırma mecburiyetini mantıklı bir düzleme oturtabilmede, dini gerekler oldukça etkilidir. Böyle bir yüceltme sonucu, bastırılan eylemler bireyde bir sıkıntıdan çok, kendi iradesine hakim bir insanın kıvancıyla noktalanır. Bu kıvanç duygusu da, anne ve babasının sözünü dinleyen bir çocuÄŸun beklediÄŸi sevgi ve takdir edilme isteÄŸiyle açıklanabilir. Birey, dini dolayısıyla ahlaki deÄŸerleri uygulayarak, Tanrı’nın sevgisini ve övgüsünü de kazanmış olur. Bu olgu daha sonra kendine özgü narsistik bir karakter kazanır[7].
Dinlerde özellikle hep korunmak istenen bir suçluluk duygusu mevcuttur. Yahudilikte bu duyguyu, babayı öldüren insanoÄŸlunun, geri dönen babaya karşı beslediÄŸi suçluluk duygusu oluÅŸturur. Baba iliÅŸkisinin özünde duygusal ambivalans yattığından, hem hayranlık duyulan hem de bir zamanlar öldürülmek istenen babanın anısı hep ruhlarda uyanık kalır. Bu da hiç tükenmeyen bir suçluluk duygusu getirir. Yahudiler bu suçluluk duygusundan kurtulmak için ibadetlerini, perhizleri giderek arttırırlar. Bu olay onların başına gelen tüm kötü olayları bu suçluluk duygusuyla kabullenmelerini saÄŸlamıştır. Ama sonra İsa’nın babası için kendini feda etmesiyle, İnsanlık içindeki bu duygudan kurtulur ama onun yerine “ilk günah” düÅŸüncesi yerleÅŸtirilir. Müslümanlık ise ahlaki kuralların çok detaylı belirtildiÄŸi bir kitap olarak karşımıza çıkar. Onun kurallarına uymak için nefse hakim olmak esastır. Günahtan kaçmak zorlaÅŸtıkça suçluluk duygusu da kendini göstermeye baÅŸlar. Tüm dinlerde, bu suçluluk duygusundan kurtulmanın tek yolu ibadettir. Freud, Obsessive Actions and Religous Pratices adlı kısa makalesinde dinin törensel ritüellerinin ve saplantılı hareketlerinin, benzer anti-kateksis karakter taşıdıklarının yadsınamayacağını belirtmektedir. Bu iki olgunun da gerektirdiÄŸi davranışların arkasında yatan bir çeÅŸit korku ve suçluluk duygusu vardır; kiÅŸi bu hareketleri yapmazsa başına çok kötü bir ÅŸey geleceÄŸi hissine kapılır ve korunma amacıyla bu hareketleri devam ettirir. Bu iki olgu arasındaki en temel fark ise; obsesif nevrozda kiÅŸi yaptığı hareketlerin manasızlığını farkındadır ve nedenler ortaya çıkınca semptomlar da kaybolur. Ama bu dini ritüeller için geçerli deÄŸildir, kiÅŸi tekrarladığı hareketleri belli bir törensellik içinde gerçekleÅŸtirir ve kendi içinde hiçbir mantıkî tereddüt barındırmaz.
Freud’un din anlayışı, aydınlanmacı ve modern çerçeveden hareket eder ve dini kavramların gerçekliÄŸini tümüyle reddeder. The future of an illusion adlı kitabında da belirttiÄŸi gibi; bir analoji olarak, nasıl ki bir çocuk oidipal dönemde babanın yasaklarını kabullenemediÄŸi için obsesif nevroz geçirirse; insanoÄŸlu da belki cehaletten veya kültürel zayıflıktan, uygarlığa geçiÅŸ aÅŸamasında bu tür nevrozlar geçirmektedir[8]. Dolayısıyla dinin devamı bizim uygarlığımızın henüz geliÅŸmemiÅŸ bir aÅŸamasında olduÄŸumuzu gösteren bir olgudur. İnsanoÄŸlu henüz sığınabileceÄŸi bir baba figürü olmadan yaÅŸamaya hazır deÄŸildir. Bu yüzden de din ve Tanrı zayıf insanların yarattığı bir yanılsamadan ibarettir, çocuk kalmış benliklerin hep görmek istediÄŸi bir yanılsama...
“Takva” filmi üzerine
Takva, nefsini dışarıdaki maddi hayatın tüm dünyeviliÄŸinden arındırmaya çalışan Muharrem’in ona verilen görevle deÄŸiÅŸen hayatını ve deÄŸiÅŸen ruh halini anlatan bir film. Muharrem yalnız yaÅŸayan, bekar, cinsellikten tamamen elini ayağını çekmiÅŸ, gece gündüz ibadet eden son derece mütevazi bir insandır. Bu özelliklerinden dolayı baÄŸlı olduÄŸu tarikatın ÅŸeyhi, tarikatın sahip olduÄŸu menkûllerin kiralarını toplama iÅŸini Muharrem’e verir. Bunca zamandır maddi hayatın cazibesinden kendini çekmiÅŸken bu yeni kimliÄŸiyle, modern hayatın tüm fallus simgeleriyle tanışmak zorunda kalır. Artık gerçek dünyada içgüdülerini bastırmak eskisinden çok daha zordur. Ne eskiden baÄŸlı olduÄŸu tarikat eski tarikattır, ne de Muharrem eski Muharrem...
Film, Muharrem’in abdest alma ve namaz kılma sahnesiyle baÅŸlar. Freud’un obsesif nevroz ve din hakkında kurduÄŸu tüm iliÅŸkiler, Müslümanlığın bu ritüellerinde mevcuttur. GüneÅŸin konumuna göre tutarlı bir ÅŸekilde günün belli saatlerinde, aynı törensel havada, ritmik ve tekrarlı hareketlerdir. Yapılan veya yapılması muhtemel, içimizde taşıdığımız bir suçluluktan arınmak için ilk önce vücudun dışını sonra da içini yıkayarak, bastırdığımız tüm dürtülerimizden ve günahlarımızdan arındırma törenidir. Bu ritüellerin devam etmesinin arkasında yatan neden günah iÅŸleme ve cehennem korkusudur. Tüm bu fiziksel hareketler bastırılanın farklı bir ÅŸekilde dışa vurumu olduÄŸu gibi, dürtüye yüklenen kateksisi de azaltan, dengeleyen eylemleridir.
Tarikatta gerçekleÅŸtirilen zikir görüntülerinde kasıtlı bir ÅŸekilde cinselliÄŸe gönderme yapılmıştır. Cinsellikle zikri baÄŸdaÅŸtıran ortak nokta tempodur. Bebek anne rahmindeyken, tek duyduÄŸu annesinin ritmik, tempolu kalp atışlarıdır. Bu yüzden hayatta tempo içeren her hareket belli ölçülerde zevk taşır. Zikir sahnesindeki ritim, el ve vücut hareketleri, yüz ifadeleri, temponun artmasıyla müritlerin de bu ayinden aldığı tatminin artması bu olayı cinselliÄŸin bir dışa vurumu olarak yorumlamamızı saÄŸlar. Ayrıca Freud’a göre ileri derecedeki obsesyonlar, bastırılan eylemin kendisiyle büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Bu baÄŸlamda zikirin cinsel dürtülere olan benzerliÄŸi, bu olayı ileri derecede obsesif nevroz olarak yorumlamamıza da neden olabilir. Hemen arkadan gelen seviÅŸme sahnesi de yapılan göndermeyi desteklemektedir.
“Meczuba günah yok bu dünyada”: Süper-egosunun yeterince geliÅŸmediÄŸi insanlar daha kontrolsüzce hareket ettiÄŸinden halk arasında meczup veya deli diye adlandırılabilir. Süper-egonun baskın olmadığı bu kiÅŸilikteki insanlarda Tanrı ve din anlayışı da geliÅŸmiÅŸ olmayacaktır. “Tanrı’nın olmadığı yerde her ÅŸey mübah” olduÄŸundan meczuba da günah yoktur bu dünyada. Ya da baÅŸka bir deyiÅŸle günah ve ahlak süper-egonun yarattığı kavramlardır. Ama diÄŸer bir yandan da meczup, “Tanrı aÅŸkıyla aklını yitirmiÅŸ kimse” olduÄŸundan, bu yanıyla da dolaysız bir ÅŸekilde kullanılan bir cümledir.
Ne yöne dönersen dön, orada Allah’ı bulursun: İçselleÅŸtirilmiÅŸ babayı, süper-egoyu iÅŸaret ediyor, vicdanın Allah kavramıyla örtüÅŸtüÄŸünü gösteren Kuran’daki ayetlere anlamsal benzerlik gösteren bir sözdür.
Muharrem, ufakken Arap olursun diye kahve içirmeyen annesinin isteÄŸini halen devam ettirir ve kahve içmez. Buradan Muharrem için annenin yasaklarını fazlasıyla içselleÅŸtirdiÄŸi fark edilir. Annenin yasağının bu kadar etkin olması, Muharremin çocukluÄŸunda güçlü bir baba figürünün olmadığını ve gençliÄŸinden beri gittiÄŸi bu tarikatta ve ÅŸeyhte özlemini çektiÄŸi babanın yerini doldurmak istediÄŸini düÅŸündürür.
Muharrem, ailesiyle beraber yaÅŸadığı onların anısıyla dolu olan evini bırakıp, dergaha yerleÅŸir. Annesinin ve babasının ruhlarını evde bıraktığını ve yeni yerinde derviÅŸlerin ruhlarıyla yaÅŸayacağını belirtir. Anne ve babanın takdirini kazanma isteÄŸi artık tarikatla yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir, Muharrem artık derviÅŸlere layık olmaya çalışır.
Dış dünyayla ve maddiyatla iliÅŸkisi arttıkça fallus simgelerine sahip olmak zorunda kalır. Dini inanışları maddi güç araçlarından uzak durmasını uygun kılarken tarikatı temsil etmesi için verilen araçlar bilakis güç ve prestij araçlarıdır. Araba, özel ÅŸoför, cep telefonu, pahalı kalem, yabancı marka saat, takım elbiseler, şık ayakkabılar hatta verilen tesbih bile fallik birer simgedir. Muharrem hemen sonraki sahnede yine rüya görür. Rüyada aynı kadınla ama bu sefer kadının tarzı deÄŸiÅŸmiÅŸtir, yüksek bir yerde yine fallik bir simge olan gökdelenlere bakarak seviÅŸir. Rüyadaki kadının hep aynıdır ama tarikatın deÄŸiÅŸen yüzüyle beraber kadının saçı, makyajı, kıyafeti de eski masumiyetini yitirir. Tarikata bakışının deÄŸiÅŸmesiyle kadının da deÄŸiÅŸime uÄŸraması kadının Tarikatı ya da ÅŸeyhi simgeliyor olabileceÄŸini düÅŸündürebilir. Dolayısıyla bu süper-ego’nun yani dinin, tarikatın yasaklarını doÄŸrudan delme isteÄŸi olarak düÅŸünülebilir. Ama diÄŸer yandan da dünyevilikle iliÅŸkisi arttıkça süper-egonun baskısının azalması ve rüyalarda da ona oranla imgelerin içgüdüsel gücünün artması gibi bir yorum da getirilebilir.
Muharremin gördüÄŸü üçüncü rüya: Muharrem kırmızı ışıklı muhtemelen genel ev olan bir odada, aynaya bakıp süslenmektedir, birden kızı fark eder ve orada olmasına ÅŸaşırır. Kız, kendisinin hep orada olduÄŸu cevabını verir. Muharrem içki içmemesine raÄŸmen kıza karşı koyamaz ve göbeÄŸinden içki içer. Bu rüyada ilk önce Muharrem’in aynada süslenmesinin üzerinde durulması gerekir. Kohut’a göre kiÅŸiliÄŸin narsistik ekseninin iki boyutu vardır[9]: ihtiraslar ve idealler. İhtiraslar, annenin “ayna tutucu kendilik nesnesi iÅŸlevini” yeterince yerine getiremediÄŸinde, yani çocuÄŸa onaylama, takdir edilme, beÄŸenilme mesajlarını gerektiÄŸi kadar göndermediÄŸinde çocukta büyüklenmeci, teÅŸhirci bir kiÅŸilik oluÅŸmasına neden olan kiÅŸilik eksenidir ama bu ihtiraslar zamanla içselleÅŸtirilecektir. Muharrem’in annesinin katı ve disiplinli bir insan olduÄŸu düÅŸünülürse, çocukluÄŸunda Muharrem bu iÅŸlevinden eksik kalmış olabilir. Öte yandan çocuk, ebeveynin, özellikle babanın sevgisini kazanmak için, ondaki karakter özelliklerini idealleÅŸtirip, kendi parçası yapmaya çalışacaktır. Ama zamanla çocuk anneyle babayı tanımaya baÅŸlayınca bu idealleri de kendine göre deÄŸiÅŸtirip, yorumlayacaktır. Bu rüyada Muharrem’in aynaya bakıp süslenmesi ve gerçek hayatta da büyüklenmeci bir karaktere dönüÅŸmesi, Muharremin kiÅŸiliÄŸinde ihtirasların etkisinin arttığını gösterir ki bu da gayet doÄŸaldır. Çünkü onun için baba figürü tarikattır. Tarikatın karakterindeki deÄŸiÅŸim Muharremin ideallerini de deÄŸiÅŸtirecek, geri çekecektir. Dolayısıyla rüya, Muharrem’in deÄŸiÅŸen baba figürüyle, uzun ve meÅŸakkatli ideallerden vazgeçip, bastırdığı ihtirasları öne çıkarmasını ifade eder. Öte yandan kız, onun bastırılmış cinselliÄŸidir ve Muharrem ne kadar yadsımaya çalışırsa çalışsın hep içinde var olmaya devam edecektir.
Muharremin gördüÄŸü dördüncü rüya: Filmin kesilmiÅŸ sahnelerinde yer alan, Muharrem’in anlattığı sıra ve ÅŸekliyle:
Bir kadın, bir kasap koyunu bacaklarından asmış bağırsakları pis sulara düÅŸüyor, bir dilenci uzun saçlı sakallı bıyıklı, bir palyaço, kendisi yarı beline kadar suda paraları topluyor, o kadınla dolarların arasında seviÅŸiyor, çalgı çalan bir adam, mandalların ucunda paralar, banyo yaparken üstüne su atan adam, sigara içmediÄŸi halde tütün içiyor.
​
Bu rüyada cinsellik ve fallik simgeler yine bulunmakla beraber ama bu sefer rüyada vicdan azabından ve suçluluk duygusundan ileri gelen simgeler de bulunmaktadır. Koyunun asılarak kesilmesi ve bağırsaklarının pis sulara düÅŸmesi, kesilen koyunun Muharrem’in kendisi ve dökülen bağırsakların ise içinde kalması gereken onun bilinçdışı dünyası olarak yorumlanabilir. İçindeki pislik baÅŸkası tarafından dışarı atılmıştır ama dışarısı yani düÅŸtüÄŸü su da en az içerisi kadar pistir. Palyaço ve jonglör, her ÅŸeyin onun kontrolünden çıktığını ve çocukluÄŸundaki aciziyeti gösteriyor olabilir. Banyo yaparken üstüne su atan adam en baÅŸtaki meczuptur; bunun anlamı Muharrem’in tarikatın ahlaki olmayan din harici yönünü keÅŸfedip içinde olduÄŸunu durumu fark etmesidir.
Muharrem gördüÄŸü rüyayı Åžeyhine anlatmak ister ama ÅŸeyh inzivaya çekildiÄŸi için anlatamaz, bir yere oturur ve suda yansımasını görür. Sonrasında Muharrem etrafına çok sert ve kaba davranmaya baÅŸlar, yolsuzluk yapar, çok piÅŸman olur ve tekrardan suda yansımasını görür. Suda veya aynada yansımayı görmek ve kiÅŸilikte böylesine çarpıcı deÄŸiÅŸimler kiÅŸilik bölünmesini belirtileri olarak kabul edilebilir ki gerçekten dengesiz kiÅŸilik özellikleri göstermektedir.
Muharrem hep rüyasında gördüÄŸü kızı, Kapalıçarşı’da bir kuyumcuda görür, takip eder ve onun ÅŸeyhin kızı olduÄŸunu anlar ve bu onun için gerçek bir darbe olur ve sonunda delirir. Muharrem’in rüyada hep o kızı görmesini birkaç nedene baÄŸlayabiliriz. Öncelikle Muharrem daha önce kızı görmüÅŸ arzulamış ama bunu tamamen bastırmıştır. Arzuladığı kiÅŸinin ÅŸeyhin kızı olmasının rüyaların yorumlanmasına etkileri olacaktır. Åžeyhi bir baba figürü olarak kabul edersek, Åžeyhin kızı Muharrem’in kardeÅŸi konumunda olacaktır. KardeÅŸ konumunda bir kadınla beraber olmak ensest yasağını çiÄŸnemek ve babanın otoritesine karşı çıkmaktır. Bu durumda babanın otoritesini çiÄŸnemiÅŸ olmak, babayı öldürmüÅŸ olmak manasına gelir. Dolayısıyla rüyalarındaki seviÅŸme sahneleri babayı öldürmek manasına gelmektedir. BaÅŸka yönden bakılacak olursa da bastırılmış cinselliÄŸin ÅŸeyhin kızıyla idealize edilmesi ya da ÅŸeyhin sevgisine, kudretine kızı yoluyla ulaÅŸmak olarak da yorumlanabilir.
​
[1] FREUD, Sigmund. The Origins of Religion, Obsessive Actions and Religous Pratices, The Penguin Freud Library, London, 1985, S: 32
[2] FREUD, Sigmund. Uygarlığın Huzursuzluğu, Metis Yayınları, 1999, İstanbul, S:78
[3] FREUD, Sigmund. Hz Musa ve Tek Tanrıcılık, Bağlam Araştırma Dizisi, 1987, İstanbul, S:168-169
[4] SOMAY, Bülent. Tarihin Biliçdışı, Popüler Kültür Üzerine Denemeler, Metis Yayınları, 2004, İstanbul, S: 82
[5] FREUD, Hz Musa ve Tek Tanrıcılık, op cit, s: 206
[6] FREUD,. Uygarlığın Huzursuzluğu, op cit, S: 55
[7] FREUD, Hz Musa ve Tek Tanrıcılık, op cit, s: 180
[8] FREUD, Sigmund. The Future of an İllusion, Horace Liveright and The Institute of Psycho-analyses NewYork, 1928, S:78
[9] TURA, Saffet Murat. Şeyh ve Arzu, Metis Yayınları, 2002, İstanbul, S:26-28