top of page

Warhol Hareket Halinde*

* Bu yazı ilk olarak 01/06/2011 tarihinde Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmıştır.

Andy Warhol hafızalarımızda sadece resimleri ve serigrafileriyle yer etmiÅŸse, onu daha yakından tanımanın en iyi yolu kesinlikle filmleri ve polaroidleri olmalı. Galerist, Türkiye’de ÅŸu ana kadar yapılan en kapsamlı Warhol sergisinde, 8 Haziran’dan itibaren Galatasaray ve Tepebaşı’nda sanatçının 14 adet video ve filmine, Akaretler’de ise polaroidlerine yer veriyor. Sergide, Factory’nin kapısına dayanıp anahtar deliÄŸinden içerisini dikizleme ve Warhol’un ünlülerle dolu fotoÄŸraf albümünü karıştırma ÅŸansına sahip oluyoruz.

​

Andy Warhol günceldir, çünkü bugün çaÄŸdaÅŸ sanatta hala karşılaÅŸtığımız sanatı sıradanlaÅŸtırma, ucuzlaÅŸtırma ve süsleme ironisinin baÅŸlangıç noktasıdır. Ama o bunu 1960’larda, tamamen bilinçli bir ÅŸekilde sanatı toptan reddederek, metanın kendisini sanat haline getirip sonra tekrar metalaÅŸtırarak gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Baudrillard’a göre, Duchamp’ın ortaya koyduÄŸu bu döngüyü en baÅŸarılı ÅŸekilde kullanan sanatçıdır o.  

​

Warhol sanatın yerine mekanik çoÄŸaltmayı geçirdi. Åžöhretin yarattığı cazibeden her zaman etkilenen Warhol, dönemin Marlyn Monroe, Elvis Presley, Jackie Kennedy gibi ikonlarını ipek baskı yöntemiyle defalarca yeniden yarattı. Bu resimler, barındırdığı mekanik duygu ve tekrar ile bir film ÅŸeridini andırırken Warhol’un filmleri ve screen test’leri ise klasik birer portre, fotoÄŸraf veya kendini sürekli yenileyen bir çizime dayanıyordu. Andy Warhol, Hollywood sinemasının çekiciliÄŸi ile bağımsız yeraltı sinemasının özgür ve ÅŸiirsel dışavurumunu birleÅŸtirdi. Onun filmlerinde ve de hayatında güzel kadınlar, ÅŸairler, sanatçılar, oyuncular ve eleÅŸtirmenler her zaman bir aradaydı.

​

1963 yıllında Warhol, Factory olarak adlandırdığı ilk stüdyosuna yerleÅŸti ve 16 mm Bolex kamerasıyla ilk filmlerini çekmeye baÅŸladı. Factory, bir stüdyonun ötesinde canlı tablolarla dolu bir parti alanı, kültürel deney laboratuvarı, deneysel projeydi. Tamamen soyut ve yaÅŸayan bir sanat peÅŸindeki Warhol’un belki de en büyük, nihai projesiydi Factory. O günlerden günümüze bir belgesel niteliÄŸinde sayısız video, film ve fotoÄŸraf kaldı. KuÅŸkusuz, Warhol’un bir deneme filmi niteliÄŸinde gerçekleÅŸtirdiÄŸi, Bob Dylan, Edie Sedgwick, Salvador Dali ve Lou Reed gibi isimleri bir araya getiren Screen Tests o döneme dair en önemli envanterlerden biri.

​

1964 – 66 tarihleri arasında çekilen Screen Tests serisi, Warhol’un etrafındaki tüm Factory müdavimlerine (Superstars), arkadaÅŸlarına, ünlülere ve ünlü olmak isteyenlere ait 500’den fazla deneme filminden oluÅŸuyor. “Screen test” olarak adlandırılan kayıtlar aslında film elemelerinde oyuncuların performansını belgeleme amacı taşısa da, Warhol’unkiler tamamen sessiz ve kameranın karşısındaki kiÅŸinin neredeyse hiç hareket etmediÄŸi canlı portrelere benziyor. Warhol da herkes kadar, belki de daha fazla, ünlülerin güzelliÄŸinden veya yaydıkları auradan etkilenmiÅŸ, sinemayla birlikte bu yıldızları perdede devasa boyutlarda izlemenin verdiÄŸi zevki fark etmiÅŸti. Filmlerinde tam da bu zevki tatmin etmek istercesine hiçbir anlatım olmaksızın bu insanların duraÄŸan ve mesafeli güzelliklerini doyasıya seyretme fırsatı sunuyor. 24 kare sesli film formatında çekilmesine raÄŸmen saniyede 16 kareye yavaÅŸlatılarak gösterilen bu filmler fotoÄŸraf, resim ve video arasındaki sınırı zorluyor. Bu geniÅŸ koleksiyondan seçilmiÅŸ 15 adet Screen Test Galerist Galatasaray’da görülebilir.

​

1964’de çektiÄŸi Empire filmi ise bir insanın deÄŸil Empire State binasının portresi. New York’un orta yerindeki bina bir güç ve iktidar simgesi olarak Warhol’un gözünde diÄŸerleri gibi bir star niteliÄŸi taşıyor. O dönemde projesi henüz açıklanan Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerinin inÅŸasıyla ihtiÅŸamı gölgede kalacak olan bina, New York Dünya Fuarı dolayısıyla ışıklandırılmış haliyle Warhol’a ÅŸöhretinin son demlerini yaÅŸayan bir yıldızı andırıyordu. Sanat hayatında tekrarlamalardan bıkmadan zevk alan Warhol, defalarca çektiÄŸi Screen Test’lere benzer ÅŸekilde sekiz saat boyunca tekrar eden bir görüntü olarak Empire State binasını çekiyor. Hava kararıyor, yıldızlar çıkıyor, sabah oluyor ama kamera hep sabit kalıyor.

​

Haircut No: 1, Warhol’un set tasarımcısı ve fotoÄŸrafçısı olan Billy Name’in evinde düzenlediÄŸi saç kesme partilerinden yola çıkıyor. Warhol’un o dönemde çektiÄŸi tek açılı minimal filmlerinin aksine bu film altı farklı açıdan çekilirken, ışık ve kadraj Name tarafından titizlikle düzenleniyor. Åžehvetli bir saç tıraşının yarattığı homoerotik atmosferle bu film de, sergide görebileceÄŸimiz Blow Job ve My Hustler, Bike Boy gibi eÅŸ/cinsellik içeren filmler arasında yer alıyor.

​

Warhol’un filmleri arasında en iddialı ve müstehcen isme sahip Blow Job’da, eylemin kendisi hiçbir zaman gösterilmiyor. Kamera sadece kiÅŸinin yüz ifadesine ve reaksiyonlarına odaklanıyor. Filmin adını bilmeyenler tarafından, çok farklı yorumlanabilecek bu beden dili acı ve zevk, ölüm ve yaÅŸam, kurgu ve gerçeÄŸi birbirine daha da çok yaklaÅŸtırıyor. 1964’te henüz cinselliÄŸin popüler bir tartışma konusu haline gelmediÄŸi düÅŸünülürse filmin cüretkâr adı, kadrajın dışındaki kiÅŸinin cinsiyetinin belirsizliÄŸi gibi unsurlar Blow Job’ın, dönemin yeraltı sinemasının estetik ve toplumsal sınırlarını geniÅŸleten bir film olarak anılmasını saÄŸlıyor.

​

1966’da Warhol’a ilk ticari baÅŸarıyı getiren The Chelsea Girls ise, erken dönem filmlerinin aksine ses, hareket, çoklu görüntü ve hikâyeye sahip. 60’larda birçok sanatçı, müzisyen ve yazara ev sahipliÄŸi yapan efsanevi Chelsea Hotel’de geçen film, Warhol’un neredeyse tüm süperstarlarını bir araya getiriyor. Yan yana iki ekranda renkli ve siyah-beyaz olarak gösterilen 12 bölümlük filmin her bölümü otelin bir odasında yaÅŸananları müdahalesiz ve gerçek zamanlı olarak sunuyor. Warhol’un birçok filmi gibi The Chelsea Girls de bir belgesel gerçekçiliÄŸi izlenimi verse de aslında oyuncular kendileri olmakla, rol yapmak arasındaki seçimde kararsız kalırlarken, gerçek ve kurgu arasındaki sınır da ortadan kalkıyor. Andy Warhol’un baÅŸyapıtlarından sayılan bu film 60’ların yeraltı dünyasını en salt haliyle ortaya koyuyor.

​

The Chelsea Girls filmine Velvet Underground’un müzikleri eÅŸlik ediyor. Warhol grubu ilk kez 1965 sonlarında bir gece kulübünde dinledikten bir süre sonra grubun prodüktörlüÄŸünü üstleniyor. Sonrasında Warhol’un çektiÄŸi filmler, Factory süperstarlarının dansları ve Velvet Underground müzikleri ile birleÅŸerek Exploiding Plastic Inevitable (veya EPI) adı altında bir mültimedya performansa dönüÅŸüyor. Sergide görebileceÄŸimiz Velvet Underground and Nico adlı film, Warhol’un gruba kattığı Alman ÅŸarkıcı ve oyuncu Nico’nun da dâhil olduÄŸu, böyle bir performansın provası sırasında çekiliyor. Nico’nun oÄŸlu Ari yerde oyun oynarken baÅŸlayan gürültülü bir doÄŸaçlama, komÅŸuların ÅŸikâyeti üzerine polisin kapıya dayanmasıyla son buluyor.

​

Sanat hayatı boyunca birçok farklı aracı ve tekniÄŸi bir arada kullanan Warhol’un bir diÄŸer eÄŸlencesi de polaroidlerdi. Polaroid, çabukluÄŸu ve görselliÄŸi ile tam da Andy Warhol’a göre bir oyuncaktı. 1970’de satın aldığı Polaroid Big Shot fotoÄŸraf makinesiyle çektiÄŸi yüzlerce fotoÄŸraf hayatındaki dönemlere ait görsel bir döküm ve gerçekleÅŸtireceÄŸi serigrafiler için bir taslak oluÅŸturuyordu. Galerist’in Akaretler’deki mekânında sanatçının 1973-85 yılları arasında çektiÄŸi, Dennis Hopper, Mick Jagger, Blondie, Liza Minnelli gibi ikonik isimlerin yanında kendisine ait portreleri de görmek mümkün.

​

Warhol’un 1968’de silahlı saldırıya uÄŸrayana kadar çektiÄŸi filmler olay sonrasında yerini yalnızca prodüktörlüÄŸünü ve promosyonunu yaptığı daha ticari filmlere bırakmıştı. Galerist’teki sergi, Warhol ve Factory’nin en ÅŸaÅŸaalı dönemini yaÅŸadığı 1963 - 68 yılları arasında “sadece film çekmek için çekilmiÅŸ” önemli yapıtları bir araya getiriyor. Andy Warhol’dan ne beklememiz gerektiÄŸini bilerek, sadece keyfini çıkartacağımız bir sergi. İyi seyirler… 

bottom of page