top of page

İsimsiz (12. İstanbul Bienali)*

* Bu yazı ilk olarak 01/09/2011 tarihinde Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmıştır.

Karma ve kiÅŸisel sergilere ayrılmış formatı, tek mekânda toplanmış iddialı mekân tasarımı, sanatçı isimlerinin açıklanmaması ve tek bir sanatçıyı referans almasıyla bu yıl farklı bir bienalle karşı karşıyayız. Sadece serginin kendisine vurgu yapan, küratör ve sanatçı kimliklerinin etrafında dolaÅŸacak her tür tartışmadan uzak duran bienalin küratörleri Adriano Pedrosa ve Jens Hoffmann’ın bu tutumları, çaÄŸdaÅŸ sanatın popüler ve spekülatif tartışmalarına da bir eleÅŸtiri niteliÄŸinde.  

​

İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011, çok temel bir tartışmadan yola çıkarak, sanattaki biçim ve içerik ikiliÄŸi arasında bir uzlaÅŸma zemini arıyor. Bugünün sanatında, siyasi görünmeden de eleÅŸtirebilen veya estetiÄŸi içerikle destekleyen çalışmalar ancak izleyici ile gerçek anlamda bir iletiÅŸime geçebiliyor. Sanatçı Felix Gonzales Torres de bu yönüyle bienalin ilham kaynağı ve çıkış noktası olarak karşımızda.

​

“Her tür sanatsal ve kültürel üretim politiktir” diyen Felix Gonzales Torres, çalışmalarında kavramsal sanat, minimalizm ve politik aktivizmi buluÅŸturan bir sanatçı.  Ele aldığı sosyal içerikli konular, kaynağını ezber bir söylemden deÄŸil, bizzat Torres’in kendi hayatındaki tanıklıklardan alıyor. Küba doÄŸumlu Amerikalı sanatçı, 39 yaşında AIDS ile sonlanan hayatında ölüm, göç, sınır, kimlik, eÅŸcinsel hakları gibi birçok toplumsal durumun da öznesiydi. Torres, “kiÅŸisel olan politiktir” sözünün hakkını vererek kendi hayatında karşılaÅŸtığı birçok toplumsal sorunu duygusal istismardan ve mesaj kaygısından uzak bir ÅŸekilde ele aldı. Romantik bir anlatım ve soyutlama kullanarak, politik ve toplumsal gerçeklerle izleyicileri ummadıkları bir noktadan yakalayarak, etkileyici sahneler yaratan bir isim oldu.

​

Bienaldeki beÅŸ karma sergi, konusunu sanatçının birer çalışmasından alırken diÄŸer 55 kiÅŸisel sergi bu tartışmaları daha da geniÅŸletmeyi hedefliyor. Dolayısıyla Ä°simsiz (12. İstanbul Bienali), 2011 baÅŸlığı içerik hakkında ipucu vermiyor gibi görünse de aslında Torres bize bienal hakkında birçok ÅŸey anlatıyor.

​

Bienaldeki  “İsimsiz” (Soyutlama) adlı sergi, sanatçının “İsimsiz”(Bloodwork-Steady Decline) adlı iÅŸinden yola çıkıyor. Torres’in giderek düÅŸen kan deÄŸerlerini gösteren diyagramlardan oluÅŸan çalışma, sanatçının AIDS olduÄŸunu öÄŸrendiÄŸinde, elindeki tahlil sonuçlarının yaÅŸadığı trajediye tezat bir ÅŸekilde insani duygulardan uzak, soyut ve minimal temsiline verilen bir tepki niteliÄŸinde. Bienalin bu bölümü de kavramsal ve minimalist sanatın kendi içine kapalı yüksek modernist yapısını gerçek hayattaki siyasi ve kiÅŸisel deneyimlerle alt üst eden iÅŸlerden oluÅŸuyor.

​

“İsimsiz” (Ross) adlı bölüm, Torres’in AIDS’ten hayatını kaybeden sevgilisi Ross Laycock’un anısına yaptığı enstalâsyondan yola çıkıyor. Sergi mekânına yığılmış renkli kâğıtlara sarılı ÅŸekerlerden herkes birer tane alırken, Ross’un vücut ağırlığına eÅŸit bu ÅŸekerler de ölümün geliÅŸi gibi yavaÅŸ yavaÅŸ tükeniyor.  Azalan ÅŸeker yığınının sergi boyunca yenilenmesi tüm bu kayıplara, yaÅŸanılan eksikliklere raÄŸmen hayatın sürekliliÄŸini hatırlatıyor. Bu sergide sanatçılar da benzer ÅŸekilde iliÅŸkiler, eÅŸcinsellik, ölüm, kayıp ve arzu gibi konuları ele alıyorlar.

​

“İsimsiz” (Pasaport) bölümü ise, Torres’in üst üste yığdığı kitapçıklardan oluÅŸan “İsimsiz” (Pasaport #II) adlı iÅŸinden esinleniyor. Her isteyen izleyicinin alabildiÄŸi bu 12 sayfalık kitapçıklarda parçalı bulutlu bir gökyüzünde uçan iki kuÅŸu gösteren fotoÄŸraflar yer alıyor. Çalışmanın ismindeki “pasaport” bir yandan özgürlük, yolculuk, keÅŸif gibi konulara iÅŸaret ederken diÄŸer yandan kimlik, kontrol, sınır gibi kısıtlayıcı öÄŸeleri de çaÄŸrıştırıyor. Bu çaÄŸrışımlarla sergi ulusal kimlik, sınırlardan geçiÅŸ, haritalama ve göç konularını tartışmak için uygun bir zemin oluÅŸturmuÅŸ.

​

Kaynağını sanatçının sergi mekânına dizilmiÅŸ, kiÅŸisel kronolojisi niteliÄŸindeki otoportrelerinden alan “İsimsiz” (Tarih) bienaldeki bir diÄŸer serginin baÅŸlığı. Torres’in isteÄŸi doÄŸrultusunda, her farklı kurulumda sanatçının hayatına ait önemli olay ve anların enstalâsyona eklenmesine benzer ÅŸekilde,  “İsimsiz” (Tarih) bölümü de kiÅŸisel tarih, tarih yazımı ve alternatif tarih okumaları üzerine odaklanıyor.

​

Bienalin son karma sergisi “İsimsiz” (AteÅŸli Silahla Ölüm) Torres’in aynı ismi taşıyan iÅŸinden yola çıkıyor. Torres’in bu çalışmasında yine izleyicilerin kendilerine birer sayfa alabildiÄŸi kâğıt istiflerinde bu sefer ABD’de bir haftada ateÅŸli silahla öldürülen 460 kiÅŸinin fotoÄŸrafı, ismi, yaşı ve ölümünün sonuçları yazılı. Çalışmada hiçbir yoruma yer verilmeksizin durum tüm netliÄŸi ve gerçekliÄŸiyle ortaya konurken, sergide de kiÅŸisel silahlanmadan kaynaklanan dehÅŸetin sorumlularına ve kurbanlarına dikkat çekiliyor.

​

12. İstanbul Bienali, bu sergilerde ele aldığı oldukça geniÅŸ konu yelpazesinin ötesinde, bienalin genel çerçevesi içerisinde eski bir tartışmayı da tekrar gündeme getiriyor. Küratörler Adriano Pedrosa ve Jens Hoffmann, sanatın biçimsel ve estetik yönüyle toplumsal ve politik iÅŸlevleri arasındaki mesafeli tutuma karşı da bir sentez yaratma çabası taşıyorlar.

​

GeçtiÄŸimiz yüzyılda, sanat ve siyaset iliÅŸkisinin oldukça problemli süreçlerden geçtiÄŸi bir gerçek ama ikisini birbirinden ayrı düÅŸünmek de bir o kadar zor. Siyasetin sanatı bir iktidar aracı olarak kullanmasının veya sanatın siyaseti kullanarak çarpıcı bir deÄŸiÅŸim yaratma çabasının uzun vadede çok baÅŸarılı sonuçlar verdiÄŸi söylenemez. Dolayısıyla 12. İstanbul Bienali’nin arkasında, izleyicinin estetik ve güzel olandan aldığı zevkle sanatın eleÅŸtirel ve siyasi potansiyeli arasında bir orta yol arayışı yatıyor. Bu çok geniÅŸ konuyu daraltmak adına belki bu duruma yine Felix Gonzales Torres örneÄŸinden ve onun bakış açısından bakmak yerinde olabilir.

​

Devletlerin teÅŸvik ettiÄŸi sanat akımlarında veya avangard sanat gruplarının manifestolarında yer bulan siyasi içeriÄŸe karşın, bugün sanatçının daha bireysel ve tekil olarak hayatındaki siyaseti sanatına yansıtması söz konusu.  Sanat ve hayat arasında ayrımın ortadan kalktığı bir noktada, sanatçının da kendi hayatında tanık olduÄŸu sorunlara karşı verdiÄŸi öznel tepkiler, çalışmalarının doÄŸal bir parçası oluyor.  

​

Estetik ve siyaset arasında kurulacak dengede, Torres’in yaklaşımı siyasi görünmeden siyasi bir eleÅŸtiri getirmekten yana. Bu noktada, agresif ve didaktik söylemlerle dolu, mesaj kaygılı çalışmalardansa insanların içeriÄŸi hissederek keÅŸfedecekleri çalışmaların daha etkili olduÄŸu bir durumdan söz ediyoruz. EstetiÄŸi reddeden bir sanat yaklaşımı yerine estetikteki siyaseti ortaya çıkaran, karmaşık söylemleriyle sınırlı bir izleyiciye hitap etmeyen, izleyiciyi çalışmanın içine katan bir yaklaşım, sanatı demokratikleÅŸtirerek sanat ve siyaseti uzlaÅŸtırabilir.

​

Katılımcı sanatçı isimlerinin açılıştan önce açıklanmaması, sergiler hakkında tahminlerimizi sınırlasa da küratörlerin bu eleÅŸtirel tavrı bienalde de yansımasını bulacak gibi gözüküyor. Kültür endüstrisinin bir parçası olarak, bienallerde serginin kendisinden çok, sanatçıların ve küratörlerin konuÅŸulmasını ve bu konuda önyargılı yorumların yapılmasını engellemek için alınmış bir karar gibi gözükse de, yarattığı merak ortamıyla yine de spekülasyonları engellediÄŸini söylemek zor.

​

Adını Torres’in “isimsiz” baÅŸlıklarından alan bienal, her bir karma sergisiyle birbirinden geniÅŸ birçok konuya deÄŸinse de, bir konu baÅŸlığı seçmeyi reddederek, izleyicileri sergiden önce herhangi bir beklenti ve ön kabülle yönlendirmiyor. İstanbul bienali için özel hazırlanmış posterde, e-flux’da son iki yıl içerisinde yayınlanan bienal duyurularının giderek artan çarpıcı trafiÄŸi gösterilirken, bienallerin sanatsal, ekonomik, politik amaçları da tartışmaya açılıyor. Bu yoÄŸun trafik içerisinde, bienallerin birer marka gibi gösteriÅŸli baÅŸlıkları ve küratörlerin adıyla hatırlanması bu sene bienalin “isimsiz” olmasının ve küratörlerin bu çekimser gözüken iddialı tavırlarının da nedeni olarak yorumlanabilir.

​

Bienalin küratörerinden 1974, Costa Rica doÄŸumlu Jens Hoffmann San Fransisco’da yaşıyor ve CCA Wattis Institute for Contemporary Arts’ın direktörlüÄŸünü yürütüyor. Hoffman, daha önce Solomon R. Guggenheim Museum (New York), KIASMA - Museum for Contemporary Art (Helsinki) gibi önemli kurumlarda çalışmış ve Documenta X (1997), 1. Berlin Bienali (1998), 9. Lyon Bienali (2007) de dahil olmak üzere birçok projede yer almıştı. California College of the Arts, Milan Nova Academia di Bella Arti ve Londra,Goldsmiths College’da küratöryel çalışmalar bölümlerinde ders veriyor. Adriano Pedrosa’nın da yayın kurulunda bulunduÄŸu The Exhibitionist: A Journal for Exhibition Making adlı derginin de kurucu editörü.

​

1965, Rio de Janeiro doÄŸumlu Adriano Pedrosa ise, Artforum ve Frieze gibi birçok prestijli güncel sanat dergisinde yazıları yayınlanan bir yazar ve küratör. 27. Sao Paolo Bienali, InSite_05 ve 31. Panorama da Arte Brasileira gibi birçok serginin küratörlüÄŸünü üstlenmiÅŸti. Halen, kurucusu olduÄŸu Programma Independente de Escola Sao Paulo’nun (PIESP) direktörlüÄŸünü yürütüyor. Pedrosa ve Hoffmann 2009 yılında, 2. Poli/Grafica Trienali’nde de beraber çalışmışlardı.

​

İki küratör de Torres yaÅŸarken onunla birçok kez çalışma ÅŸansını yakalamışlar. Onun hayat ve sanat arasında kurduÄŸu samimi iliÅŸki onlar için her zaman ilham verici bir çıkış noktası olmuÅŸ. Tabii bu yakınlıkta, üçünün de Güney Amerika’nın yakın coÄŸrafyalarında hayata baÅŸlamalarının ve baÅŸta ABD olmak üzere dünyanın birçok köÅŸesinde çalışarak benzer deneyimleri paylaÅŸmalarının etkisi de yadsınamaz.

​

Daha önceki projelerinde, serginin ötesinde bir sahne yaratmayı hedefleyen küratörler, Art Basel’de yaptıkları konuÅŸmada birçok bağımsız kiÅŸisel sergiden oluÅŸan tek bir karma sergi yapmaktansa, ele alınan konunun daha net anlaşılabildiÄŸi, çalışmaların daha yakın iliÅŸkiler içinde bulunduÄŸu karma ve kiÅŸisel sergilere bölünmüÅŸ bir sergileme yöntemine baÅŸvurduklarını belirtiyorlar. Mekânla ilgili olarak, bu bienali öncekilerden ayıran bir baÅŸka nokta da bienalin ÅŸehre dağılmayan yapısı ve Pritzker ödüllü mimar Ryue Nishizawa’nın tasarladığı sergi mekânı. Tophane’de 3 ve 5 numaralı antrepolarda gerçekleÅŸecek bienalin sergi mekânları çelik ve alçıpan konstrüksiyonlarla karma ve kiÅŸisel sergiler birbirinden ayrılacak biçimde yeniden ÅŸekillendirilmiÅŸ. Nishizawa’nın, ortağı Kazuyo Sejima ile yönettiÄŸi SANAA, New York’taki New Museum of Contemporary Art ve Japonya’daki 21st Century Museum of Contemporary Art gibi mimarisi ile adından söz ettiren müzelerin de proje sahibi. 

​

Sonuç olarak, estetikle siyasetin, kiÅŸiselle kamusalın bir araya geldiÄŸi İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011, tek bir sanatçının sadece güncel sanatta deÄŸil hayatın her alanında yaratabileceÄŸi tartışmaların boyutunu göstermesi bakımından etkileyici bir örnek. Hepimizin gündelik hayatını doÄŸrudan veya dolaylı olarak etkileyen kimlik, eÅŸcinsellik, göç, tarih yazımı ve bireysel silahlanma gibi konular bienalle yeniden gündeme gelerek güncel sanatın imkânlarıyla farklı bir tartışma zemini bulabilir.  

bottom of page