top of page

Interview with Gül Ilgaz*

* Bu yazı ilk olarak 01/03/2011 tarihinde Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmıştır.

Soğuk bir Mart günü Tophane’de Daire Sanat’ın önünden geçerken, bir anda sıcacık evinizde pencerenin önüne oturmuş dışarı seyrediyormuş hissine kapılabilirsiniz. Şaşırmayın. Bu, Gül Ilgaz’ın size oynadığı bir oyun sadece. “Hava Kararmadan...” adlı ikinci kişisel sergisinde sanatçı, galeri vitrinine astığı tül perde ve arkasındaki sokak görüntüsüyle, geçenler üzerinde anlık bir yanılsamaya neden olabilir. Gece çekilmiş video ve fotoğraflardan oluşan sergide, izleyici hem sokağın karanlığı hem de kendi karanlığının hissettirdiği gerçeklik duygusu ile baş başa kalmanın tedirginliğini yaşayacak. 

50. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil eden Gül Ilgaz, yurtiçi ve yurtdışında birçok önemli sergide yer alan bir sanatçı. Ilgaz çalışmalarında, temelinde herkesin paylaştığı ruh hallerini, bazen anne veya çocuk bazen de bir kadın olarak, saf ve şiirsel bir şekilde ortaya koyuyor. Kendi deneyimleri ve bedeniyle şekillenen çalışmaları, izleyicinin tanımlayamadığı en içsel duygularını harekete geçirerek, sanki gündelik hayatta bastırdığımız bir hüznü su yüzüne çıkartıyor. 

Daire Sanat’ta Gül Ilgaz ile “Hava Kararmadan…” adlı sergisi üzerine konuştuk. 

Türkiye'nin ilk kavramsal sanat oluşumlarından Sanat Tanımı Topluluğu ile beraber teorik açıdan oldukça yoğun altı senelik bir geçmişiniz var. Bu dönem, sonraki çalışmalarınıza nasıl yansıdı?

Akademide nasıl bir eğitim aldıysak akademi sonrasında da STT’de öyle bir eğitim gördüm diyebilirim. Altı senelik süre zarfında başka sergilere katılmadık, sadece orada çalıştık. O çalışmaların neticesinde sergi yaptık. Bugün hiç kimse o türde bir kavramsal sanat yapmıyor. Çünkü kavramsal sanat da günümüzde değişti artık. Düşüncenin ağırlıkta olduğu her sanata kavramsal sanat deniyor ama STT’deki kavramsal sanat, sanatı sorgulayan bir kavramsal sanat yöntemiydi, dolayısıyla diğer disiplinlere başvuran bir çalışma biçimi vardı. Aslında oradaki çalışmalarla benim şu andaki çalışmalarımın içerik olarak hiçbir alakası yok. Çünkü orada ne paranteze alınmışsa, yani ne dışlanmışsa ben bugün onu yapıyorum. Mesela kişisellik, bir ifade biçimi veya psikoloji dışlanmıştır STT’de. O çalışmalar daha çok bilim, sanat, matematik referanslıdır. Ben kendi içimde radikal bir değişiklik yaparak kendi sözümü söyleme yolunu seçtim. Fakat tabii ki, bir düşünce biçimi pratiği ve bir disiplin edindik ve oradaki bu alışkanlığımı hâlâ sürdürüyorum.

Sergide iç ve dış mekâna dair var olan algımızı bozuyorsunuz. Aynı zamanda mahrem ve kamusal olan ile güvenli ve tekinsiz olan da birbirine karışıyor. Bu karşıtlıklar arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Bu beni de düşündürüyor. Şöyle ki, bir dışarıya çıkış var burada. Üstelik gece dışarıya çıkış var. Gündüz ile gece yarısı fotoğraf çekmek arasında önemli bir duygu ve ifade farkı var. O tekinsizliğin içine bir şekilde kendimi atıyorum. Öte yandan ev, tabi ki insanı daha kendi içine kapatan, daha güvende hissettiği bir yer. Dışarısı ise daha tekinsiz bir durum. Ancak içine kapanıklığın da aslında bir tehlikesi var. Ne kadar içimize kapanırsak, kendimiz için o kadar tehlikeli bir durum yaratabiliriz. İnsanoğlunun hep bu güvende olmak ile risk almak veya bağımsız olmak gibi bir ikilemi var ve bu ikilemde gidip geliyoruz. Hepimizin hayatında bu var, bazen biraz risk alıyoruz, dışarı çıkıyoruz, kendi sınırlarımızı, kendimizi aşıyoruz sonra belki tekrar kapanıyoruz ve bu böyle devam ediyor. Biraz belki videodaki tahterevallinin ucunda gidip gelmek gibi, yani dengede durmaya çalışıp da dengeyi tutturamamamız gibi bir şey bu.

Sergi mekânı bir evin içi ise, duvardaki fotoğraflar da bu evin kapı ve pencereleri gibi. Kapı, sonu belirsiz bir yola bakıyor ama pencerelerdeki görüntülerde gidememenin hüznü var sanki. Sergideki mekân kullanımını bu şekilde yorumlamak mümkün mü? Nasıl bir etki bırakmayı amaçladınız?

Bu güzel bir yorum aslında çünkü ben bir sergi oluştururken önünü çok kapatmamayı tercih ediyorum. Yoruma açık olmasını tercih ediyorum. Evet, bir taraftan bir açıklık var ama o açıklık da yine karanlığa bakıyor. Karanlığa bakmak insanı çağıran bir şeymiş gibi ama bir yerden sonra da sizi bırakıveriyor. Bir yere kadar gidebiliyorsun daha sonra o belirsizlik, o endişe durumunu oluşturuyor. Benim üzerimde öyle bir tesir oluşturuyor. Tahmin ediyorum ki izleyici üzerinde de öyle bir tesir oluşturacaktır.

Sergide yer alan tüm video ve fotoğraflar gece çekilmiş. Bu karanlık bizi çok içsel bir korkuya sürüklerken aynı zamanda bir dinginlik de veriyor. Bu, korkularımızla baş etmeye çalışırken bulduğumuz bir denge noktası olabilir mi?

Olabilir, zaten hep korkularımızla uğraşıyoruz ama korkularla uğraşırken bir taraftan bir endişe durumu ve adeta sakin bir bekleyiş var. Belki de o yüzden bize dinginlik veriyor. Yani gelecek olanın ne olduğunu beklemek gibi bir şey söz konusu. Hayatın kendisi gece ve gündüzden aydınlık ve karanlıklardan oluşuyor. Sadece aydınlığı bilerek hayatı bilemeyiz... Karanlık deneyimlerimizin olması tümü kavramamız bakımından kaçınılmazdır. Albert Camus “Gölgesiz güneş yoktur, geceyi de bilmek gerekir” derken bunu kastediyordu sanırım...

Önceki çalışmalarınıza da baktığımızda kumaşın hem biçim hem içerik bakımından sıkça tekrar eden bir öğe olduğunu görüyoruz. Bir örtü veya perde şeklinde olsun kumaşı mahremiyet, çekişme, ölüm gibi, her seferinde farklı bağlamlarda kullanmayı başarıyorsunuz.

Evet, bunun sebebini bana soracaksınız ama ben bunu kendim de çözmüş değilim. Yani ben de kendimde bunu araştırıyorum hatta kumaşı kullanan, drapeleri kullanan diğer sanatçıları da tanımaya çalışıyorum. Onların ne için bunu kullandığını keşfetmeye çalışıyorum. Ama kendi kendime sorduğum zaman da hakikaten kumaşı dediğiniz gibi birçok farklı şekilde kullanabilirsiniz; örtebilirsiniz, ayırabilirsiniz, kapatabilirsiniz, bir şeyin şeklini alır. İlk desenlerimizde kumaş kıvrımları kullanmışızdır, belki akademinin ilk yıllarını hatırlatır. Fakat düşünürsek, kumaş doğduğumuzda bizi ilk saran, sarmalayan, üstünde yattığımız, çok haşır neşir olduğumuz basit bir şey fakat hakikaten benim kendimi ifade etmekte çok başvurduğum bir öğe. Bunu çok rahat ve severek kullanıyorum.

Peki, bu sergide de yer alan bir figür olarak, kumaş neye işaret ediyor?

Burada yine iki türlü kumaş görüyor olacağız. Biri vitrinde perde olarak biri de videoda. Videodaki kumaş, özel olarak drape oluşturması için kıyafetimin üstüne giydiğim bir öğe. O geçmiş sergilerimde tekrar ettiğim şeylerin üzerine bir sergiden bir diğerine geçerken ilaveler oluyor. Tam da bahsettiğimiz gibi, belki videoda sanat tarihinde gördüğümüz kumaş drapelerine bir gönderme de olabilir. Perdeyi kullanırken de yine drapeler oluşturacağımı düşünüyorum. Yerde birikmiş. Kumaş bazen hayatın kendisini temsil edebiliyor ve bazen de ölüm olabiliyor. Belki aynı zamanda kadınsı bir şey de. Ya çarşaf katlıyoruz ya masaya örtü seriyoruz, silkeliyoruz. Özellikle kız çocuk olarak, biz örtüyle çok haşır neşir oluyoruz.

Tam da ona gelirsek, bir kadın, anne veya çocuk olarak kişisel yaşantınızdaki deneyimleriniz ve duygularınız genellikle çalışmalarınızda önemli bir yer tutuyor. Bu son işlerinizde ise sanki daha anonim bir duruş söz konusu. Bunların çıkış noktasından bahsedebilir miyiz?

Geçmiş işlerimde birebir kendimi kullanmışımdır, terlikleriyle sembolik olarak babamı kullanmışımdır veya kızımı, kızımın fotoğraflarını kullanmışımdır. Burada ise sanki bir genelleme yaptım gibi. Şu an bütün bu kişiler için hissettiğim şeylerin duygusu, şimdiye kadar olanların duygusu beni harekete geçiriyor. Ben, şu anda neyi yaşadığıma bakıyorum. Orada bir duygu durumunu saptıyorum kendimde. Gerçekten hissediyorum. Ondan sonra bunun görseli nasıl bir şey olabilir diye araştırdığım zaman bazen kurgu yapıyorum, bazen olan şeylerde, geçmiş fotoğraflarda bunu buluyorum, bazen de dışarıya çıkıp çektiğim fotoğraflarda. Çok güzel bir saptama, bu sefer video hariç işlerim figürsüz ama insana dair. Yine bana dair, benden çıkan ama sırf bana ait olmayan bir durum. Birçok kişiyle iletişim kurabilecek olan duygular bunlar. Videoda ise bütün geçmiş işlerimi toplayan, çok bütüncül bir durum var. Kendim varım, kumaşlar var, bir performans gibi aynı zamanda ve karanlık. Buna ilaveten bu serginin karanlığı var.

bottom of page