top of page

Yolda:

Nar Photos Arşivinden Türkiye Fotoğrafları*

For English version, please click here

*Bu röportaj 28 Mayıs - 9 Kasım 2014 tarihleri arasında Istanbul Modern'de gerçekleşen sergi için yapılmıştır.

Nar Photos’un ortaya çıktığı ortamı anlatır mısınız? Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

1970’li yılların politik rüzgarıyla birlikte toplumsal alana temas ederken, 80 darbesinden sonra Türkiye fotoğrafını şekillendiren, içerik ve işlevden çok estetiğe ve bir tür görsel güzellemeye dayalı bakış açısıydı. Fotoğrafçılık pratiği, fotoğraf derneklerinin bakış açısı ile şekilleniyor, herkes oradan hiza alıyordu ve o bilgiden beslenerek kendini var ediyordu.  2000’li yıllara doğru gelişen iletişim ağlarının da etkisiyle bizim de dünyayla daha fazla bütünleştiğimiz bir süreç başladı.  Bu yıllarda kurulan Fotoğraf Vakfı’nın faliyetleri ve öncesinde yaşanan deneyimler; Marmara Depremi sonrası çocuklarla yaptığımız atölyeler bizleri bir araya getirdi. Fotoğraf Vakfı’nın kurulduktan sonra yaptığı en önemli işlerden biri, dünyadaki en prestijli fotoğraf kurumlarından biri olan World Press Photo ile ortak bir atölye yürütmesiydi. Bu atölye aslında Türkiye’deki genç fotoğrafçı kuşağının müthiş bir şekilde zihnini açtı. Aslında dünyada 30’lu, 40’lı yıllardan beri var olan belgesel ve haber fotoğrafı pratiğini, fotoğraf altı yazmayı, fotoğrafın metinle ilişkisini, bir fotografik hikayeyi başlangıç fikrinden edit aşamasına kadar planlamayı, arşivleme yöntemlerini bu atölye ile birlikte öğrenmeye başlamıştık. Kafamızdaki tuhaf mitler de bu sayede tersyüz olmuştu. Türkiye’de fotoğrafa dair mitlerden birisi, “iyi görüntünün yazıya ihtiyacı yoktur” cümlesiydi örneğin. Oysa belgesel ve basın fotoğrafçılığıyla iştigal ediyorsanız, görüntünün metinle ilişkisi olmazsa olmaz bir ilişkidir. O zamanlar herkes bir arayış içindeydi. Biz “bize dayatılan bu fotoğraf anlayışını biçimini, dilini benimsemiyoruz ama gideceğimiz yol, alacağımız model ne?” diye düşünürken, aslında bu atölye bize o yolu gösterdi. Bunun dışında, Türkiye’de genç fotoğrafçılar olarak karşılaştığımız bir sorun da, bu alanda örgütlü bir yapının, bir kolektifin olmamasıydı. Bizler için Magnum ve az sayıdaki benzeri ajans oldukça büyülüydü ama nereden başlayıp, neyi nasıl yapacağımızdan emin olmasak da en azından neleri yapmayacağımızdan emindik. En sonunda 6-7 fotoğrafçı bir araya gelerek, bir birliktelik kuralım, belgesel fotoğraf ve röportaj diliyle yaşadığımız çevreyi anlatalım ve bunu belli bir disiplin içinde yapalım, diye bir karar aldık. Fotoğraf çekmeyi önemsemekle beraber, fotoğrafı nasıl kullanacağımız ve bütün o işlerin politik olarak ne diyeceği gibi başka konular da önemliydi bizim için.

 

1960’lardan itibaren belli bir dili ve çizgisi olan dokümanter fotoğrafçılıktan kendinizi nasıl ayırıyorsunuz?

Nar Photos’u oluşturan dinamikle, reddettiği nokta arasındaki temel fark şuydu; bize göre sadece fotoğrafla ilgili biri hayattan hiçbir şey anlamıyor demektir ve hiçbir faaliyet tek başına pek de anlamlı değildir. Türkiye’deki fotoğraf pratiği üzerinden konuşursak; o zamanlar genelde fotoğrafı şekillendiren yine fotoğrafa içkin bir şeydi (örneğin, tek bir karenin estetiğinin-formunun nihai amaç oluşu); ortaya konan çoğu iş güzelleme mantığıyla yapılageliyordu. Oysa biz hem içeriği daha hayati buluyor hem de zamansal olarak daha ileriye dönük, daha olgusal işler üretme amacı taşıyorduk. Yaptığımız işi, estetik sanat gibi alanlardansa, daha çok iletişim alanına yakın buluyorduk. Çektiğimiz her fotoğrafın bir konuya dair görsel bir yorum olduğunu ve bunun belirli bir politik pencereden üretilmiş olduğunu biliyoruz. Bize göre bir konu seçmek demek, bir yöne bakmak demek. Neden o konuyu değil de bir başkasını seçtiğinin aslında gayet politik bir cevabı var. Örneğin Yolda için seçkiyi yaparken,  kendimize “Türkiye’de neler oluyor?” sorusundan çok, “biz neleri gördük, bizim için değerli ve önemli olan neydi, Türkiye’nin sosyal, siyasal hayatını etkileyen olay ve olgular nelerdi?” sorularını sormayı tercih ettik. Biz öncelikle fotoğrafın kendisiyle ilgili insanlar değiliz. Fotoğrafın mekanik, estetik veya form halinden çok, işleviyle, bir araç oluşuyla ilgileniyoruz. İkincisi ve daha önemli tarafı ise çektiğimiz fotoğrafların, hem bizim hem de başkalarının hayatında neyi dönüştüreceği sorusu. Bizim için ön kabul şudur: Her fotoğraf başkaları için çekilir. Fotoğrafı birine gösterdiğinde onda bir değişim yaratmak istersin. Fotoğrafla dünyayı değiştirmek değil ama en azından kanılarda bir kırılma yaratabilir miyiz, bilgi olarak bir eksiği tamamlayabilir miyiz, kendimizi ve izleyicileri ele aldığımız konular hakkında daha eleştirel, daha dünyaya dokunan ve aynı zamanda kendine de eleştirel bakabilen varlıklar haline getirebilir miyiz, diye düşünüyoruz. Önceki kuşakta eksik nokta şuydu: Herkes bir tamamlanmışlık hissiyle, isminin başına tuhaf ünvanlar koyarak bu işi yapıyordu. Bizi ise payelerimiz değil, hayatla ve insanlarla kurduğumuz ilişki belirliyor. Bu aslında fotoğrafla ilgili olmaktan çok, bizim hayatla kuruduğumuz ilişki ile ilgili.

 

Bireysel olarak ele aldığınız konuların yanında kolektif olarak yayınladığınız dosyalar ve videolar var. Nar Photos’da bireysellik ve kolektiflik arasındaki denge nasıl kuruluyor?

Herkesin bir gündemi var ama zaman zaman Merhabarev, Milyonluk Manzara gibi beraber yapmak üzere planladığımız projeler de oluyor. Kolektif çalışma hem sıcak haber fotoğraflarında hem de daha uzun soluklu belgesel hikayelerde kendini gösteriyor. Bir toplumsal olayı takip ettiğinizde birden çok fotoğrafçı orada oluyor. Olayın farklı yerlerinde durmamız ve fotoğrafçıların bakışlarının birbirinden farklı olması bizim için avantaj. Zira fotoğraf denen şey son derece kişisel bir macera. Sokağa çıktığında sadece sen ve senin karşındakiler var ama iş bittiğinde son aşamada herkesin gözünden geçiyor, fikir beyan etmek, tartışmak, ikna etmek gibi beraber bir eylemenin ürünü oluyor. Merhabarev, Milyonluk Manzara gibi daha uzun zamana dayalı ve aksiyon temposu düşük işlerde de fikri geliştirmekten, çekim pratiğinin nasıl yürüyeceğine, fotoğrafların seçilmesinden bir kitap ya da sergi olarak yayına hazırlanmasına kadar hem fikren hem de eylem olarak ortaklaşa bir yol izledik.

 

Dosya konularına ağırlık veren bir ajansken, haber fotoğraflarınızla da ses getirdiniz. Sizi bu alana yönelten durumlar nelerdi?

Haber fotoğrafıyla belgesel fotoğraf arasındaki ayrımlar, birbirine hiç geçiş imkânı tanımayacak ayrımlar değil. Diğer yandan, bizim iki koldan yaptığımız işler farklı yol ve yöntemleri izlese de aslında aynı şeyi işaret ediyor. Eğer sokak, olayların mekânıysa; belgesel fotoğraf, olguların mekânı oluyor. Örneğin Gezi direnişinde hepimizin dışarda fotoğraf çekiyor oluşu o an yaşananların bizi sokağa çağırması ile ilgiliydi. Fakat yaşanan olayların tümü bir olgular bütününe; kentsel dönüşüm, kentin üzerinde ne kadar söz sahibi olduğumuz, iktidarla kurduğumuz ilişki, otoriterleşme gibi olgulara işaret ediyordu. Yine sürecin bizi hem olaylarla hem olgularla aynı yere bağlaması bakımından, Milyonluk Manzara ve Gezi Direnişi’nin arka arkaya gelmesi buna bir örnektir. Biz ajansın kuruluşundan bu yana, yarısından çoğu İstanbul’da yaşayan fotoğrafçılar olarak, bu şehir hakkında ciddi veriler sağlayacak fotoğraflarımızın olmamasından hicap duyuyorduk. Bunun kolektif olarak yöntemini belirledikten sonra Milyonluk Manzara ortaya çıktı. İstanbul’un periferisinde neler olduğunu ortaya çıkartmaya çalışan,  kısmen kentsel dönüşümün izini süren, kısmen de şehrin son on yılındaki zoraki değişimin nelere yol açtığına dair bir yıl süren bir proje yaptık. Tam bu işin sergisini açacakken Gezi eylemleri patlayınca sergiyi ertelemek zorunda kaldık. Aslında Gezi, yani sokakta olan olay, bizim de izini sürdüğümüz kentin zoraki değişimi olgusunun en kristalize halinin sokağa yansıyamasıydı. O açıdan aslında bu iki işin yaslandığı teknik, yöntem ve fotografik dil farklı olsa da, Nar Photos’un gündemi açısından aynı şeyi temsil ediyor ve aynı yere bakıyordu.

 

Nar Photos neleri göstermeyi amaçlıyor? Konuları nasıl, neye göre seçiyor? Prensipleriniz, çizgileriniz var mı?

Sokakta fotoğraf çekmek ve sonra onları değerlendirmek ve bir süzgeçten geçirmek iki farklı aşama. Eğer fotoğraf bir temsil biçimiyse, herhangi bir olgu ve olaya ait doğru parçaları çekmek ve seçmekle yükümlü görüyoruz kendimizi. O an sadece bir kere olmuş ve son derece istisnai bir sahneyi eğer siz bir olayın fotoğrafı diye sunarsanız bütün bir sürecin öyle geçtiğine dair bir bilgi taşımış olursunuz. Büyük bir cümleden tek başına bir kelimeyi çıkarıp, bunu bir ana fikir olarak sunmaktan pek farkı yok bunun. Dolayısıyla, aslında bizim çekim kadar önemsediğimiz şey, fotoğrafların nasıl seçileceği ve yan yana geldiklerinde ortaya çıkan büyük cümlenin ne olacağıdır. Diğer yandan bir konuyu seçmek ve çalışmakla ilgili iki eğilim söz konusu: Fotoğraf dünyasında her ne kadar açıkça dile getirilmese de gizli bir liste vardır ve bu dönemden döneme değişir. Ana akım medya bu tip daramatik konuların sansasyonel tarafları ile ilgilenir ve dram her zaman satar. Aslında sosyal bilimlerle fotoğrafın listesi yaklaşık olarak aynıdır.  Örneğin sosyologlar toplumsal cinsiyet çalışıyorsa fotoğrafçılar da çalışıyordur. Toplumsal cinsiyet çok önemli ve can yakıcı bir sorundur ama kabul edelim ki hem sosyal bilimciler hem de fotoğrafçılar açısından aynı zamanda da trenddir. Bu konuyu gerçekten önemseyerek, arka planını deşifre etmek, eleştirel ve yeni bir bakış açısı sunmak için de çalışabilirsin ya da en istisnai örneklerle, vurucu olanın peşinde koşarak, teşhir ederek de yapabilirsin. Nar Photos spekülatif olanın peşinde değil; trendler her zaman bizi belirlemiyor, gerçekten ne olup bittiğiyle ilgiliyiz ve bunları bir süzgeçten geçirmeye çalışıyoruz. Her şeyin fotoğraflanabilir olduğunu düşünmüyoruz. Dünya, fotoğrafçılar çeksin, toplumbilimciler araştırsın diye düzenlenmiş bir alan değil bize göre.

 

Daha çok Türkiye’nin görünmeyen, konuşulmayan, gölgede kalmış konularına odaklanıyorsunuz. Nar Photos’un politik bir duruşu var mı? Bu tarafsızlığı etkiler mi veya tarafsız olmak zorunda mı?

Tarafsızlığın büyük bir ana akım gazetecilik miti olduğunu kabul etmek gerekir. Eğer herhangi bir konuyu dile getirip, bir gerçekliği başka bir yere aktarıyorsanız en azından kelimeler arasında seçim yapmanız gerekir. Çok basit bir örnek: “Irak’ın işgali” ve “Irak’ta savaş” hemen hemen aynı şeyi ifade eder ama seçilen kelimeler açısından ikisi de bizi hayli farklı taraflara götürür. Dolayısıyla hayatın doğal bir sonucu olarak tarafsızlık imkânsız bir şey ve bir yandan bizim savunduğumuz bir şey de değil. Herkes taraf olarak, bunu da açık ederek yapmalı yaptığını. Tarafsızmış gibi durarak bir önerme sunup, orta noktada bulunduğunu iddia etmek büyük bir ahlaksızlık en başta. Fakat objektif olmayı ayırabiliriz; hakikate riayet ederek, gerçekliği bozmadan göstermek sizin taraflılığınıza halel getirmez ayrıca güvenilirliğinizi arttırır. Biz çektiğimiz görüntülerle cinsiyetçi, ayrımcı veya teşhir edici olmaktan kaçınıyoruz. Kimseyi aşağılamamaya, zor durumda bırakmamaya, fotoğraflarımıza dahil olan bütün öznelere saygılı olmaya çalışıyoruz. Bu sadece fotoğrafa dair değil, hayata dair bir tavır aynı zamanda. Dolayısıyla Nar Photos en sübjektif haliyle ama baktığı gerçekliği tahrif etmemeye çalışarak, kısaca yalan söylemeden bu işi yapmaya çalışıyor. Biz yalan söylememek kaydıyla tarafımızı belli etmeye çalışıyoruz aslında.

 

Bağımsız olmak ve kalmak özellikle medya sektöründe zor olmalı. Sizin bu konuda tecrübeleriniz var mı, nasıl idare ediyorsunuz?

Bizim bağımsız olmamızı ve öyle kalmamızı sağlayan nedenlerden biri paramızın olmayışı! Bunu keşke paramız olsaydı diye söylemiyoruz.  Bu yine “oh, ne güzel, paramız yok” anlamına da gelmiyor kuşkusuz. Fakat parayla ve finansla kurulan her ilişki sizi bir yere taşır ve oraya bağlar. Bu bir bakıma “kullan kullan” ilişkisidir. Bu durum, hayatımızı zorlaştırıyor ama bakışımızı kolaylaştırıyor. Milyonluk Manzara sergimizin sponsorları – bunu söylemekten çokça keyif alıyoruz bu arada -  sergiye gönüllü olarak destek olan 50 civarındaki arkadaşımızdı. “Dayanışma” ve “Sponsorluk” hayli farklı ilişkiler ve angajmanlar.  

 

Nar Photos’un gelecekte gelmesini hayal ettiğiniz nokta neresi?

Bir hayal veya ulaşmak istediğimiz bir hedef yok aslında. Uzun bir yoldayız ve hep bir gün sonrası için işler yapmaya çalışıyoruz. Bugün yaptığımız işin bir değeri olmayabilir ama biriktirmek, zamanın farkında olmak ve bu zamana bugünün bakış açısıyla değil de, bir projeksiyon yaparak daha ilerden bakmak gerektiğinin farkındayız ve yavaş yavaş bu yetiyi kazandığımızı hissediyoruz. Bütün bu süreçte çektiğimiz her şeyin ileride farklı bir önem taşıyacağını, geleceğin çocukları ve onların çocukları açısından gerçek bir veri olacağını düşünüyoruz. Bunu yaparken yalansız, riyasız yaptığımızı düşündüğümüz için de gerçekten içimiz rahat.

bottom of page