top of page

Interview with Taryn Simon*

* Bu yazı ilk olarak 01/06/2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisinde yayınlanmıştır.

Kelimeler ve fotoğraf arasında kurduğu kuvvetli bağ ile fotoğrafın alışılagelmiş kategorilerini bozan Taryn Simon bizi bilmediğimiz birçok farklı hikâyenin ve mekânın içine çekiyor.  Ne yazıyla ne de fotoğrafla anlatılması mümkün olan, tek bir yöntemin kifayetsiz kaldığı sıra dışı durumlar onun çalışmalarında anlam kazanıyor.

Bu projelerinin hayat bulması için bir fikirden öte, çok uzun süren bir araştırma, yazışma ve izin sürecinin tamamlanması gerekli. Şu an MoMA’da sergilenmekte olan, Ölü İlan Edilen Canlı Bir Adam ve Diğer Bölümler (A Living Man Declared Dead and Other Chapters) serisinin oluşum süresi dört yıl sürerken bunun sadece iki ayında çekimler gerçekleşmiş. Sanatçı bu seri için tüm dünyada kan bağıyla ilgili hikâyelerin peşine düştüğünde, ortaya Hindistan’daki kâğıt üzerinde ölü gözüken insanlardan Avustralya’daki test tavşanlarına uzanan bir çeşitlilikte, hayatın içinden 18 adet hikâye, yüzlerce portre çıkmış.

Galeri Manâ’da sergilenen Kaçak Mal ve Gizli ve Alışılmadık Olana Dair Bir Amerikan Dizini adlı seriler içinse sanatçının JFK havaalanında durmadan 5 gün boyunca çekim yapması veya Amerikan kurumlarının kapalı kapılarının aralayabilmesi için uzun izin süreçlerini atlatması gerekmiş.

Gizli ve Alışılmadık Olana Dair Bir Amerikan Dizini adlı çalışmada Taryn Simon, Amerika’nın sınırları içinde saklı veya gözden uzak tutulanın peşine düşüyor. Bilim, güvenlik, din veya çevre gibi konularda faaliyet gösteren kurumlarının arka odalarına girmeyi başaran sanatçı, uzmanlar ve sıradan halk arasındaki erişim ayrımını görünür kılarken, Amerikan kültürünün iç yapısına dair de tekinsiz bir tablo ortaya çıkartıyor. Bu seride yer alan A.B.D. Gümrük ve Sınır Muhafaza, Kaçak Mal Odası adlı çalışma ise sergideki diğer serinin başlangıç noktası olmuş.

Kaçak Mal adlı seri, dünyanın en yüksek uluslararası yolcu sayısına sahip olan JFK Havalimanı’nda 5 gün boyunca gümrük kontrolleri sırasında ülkeye girişine izin verilmeyen objelere ait 1075 adet fotoğraftan oluşuyor. Kaçak çanta ve ilaçlardan, kurutulmuş hayvan cesetlerine uzanan çeşitlilikte tropikal meyveler gibi sıradan malzemelerin de yasaklı olması dikkat çekiyor. Bu seri küresel ticaretin küçük bir envanterini çıkarırken aynı zamanda gelişmiş toplumların neleri tehdit olarak algıladıklarını ve kültürel önyargıları da gündeme getiriyor. 

Taryn Simon’ın başarısı seçtiği konular kadar bu konuları ele alışındaki estetik ve gerçeklikle de ilişkilendirilmeli. Fotoğraflara eşlik eden metinlerin herhangi bir abartıdan uzak, objektif bir şekilde kaleme alınmış olması izleyiciyi duygusal yönlendirmelerden uzak tutuyor.  Fotoğrafların düz gri bir arka planda ya da kendi ortamlarında çekilmiş olması estetik olarak güçlü kareler yaratırken durumun gerçekliğine hiçbir müdahalede bulunmuyor.

Belgesel, portre ve kavramsal sanatın sınırlarını zorlayarak, çağdaş fotoğrafta yeni bir yaklaşımın öncüsü olan Taryn Simon’la Galeri Manâ’daki sergisi dolayısıyla konuşma imkânı bulduk.

Fotoğraflara eşlik eden metinler, kitaba dönüşen sergiler derken çalışmalarınızda hep yoğun bir anlatı görüyoruz. Bazı sanatçılar halen bu arkadaki hikâyeleri gizemli tutmak isterken siz bilakis öne çıkarmaktan çekinmiyorsunuz. Arşivsel, belgesel içeriği sanatsal bir forma dönüştürme sürecinden bahseder misiniz?

Ben metin ve görsel arasındaki alanla ilgileniyorum. Çalışmalarımda iki somut kutup inşa ediyorum ama inşa ettiğim şey aynı zamanda bu iki nokta arasında izleyicinin karşısındakini sürekli yeniden yorumladığı ve görsel materyalin daima dönüşüp şekillendiği görünmez bir alan. Bunun sonunda soyutluğa, çoklu gerçekliğe ve fanteziye uzanan bir görüntüye ulaşıyoruz. Metinse, bir rüyayı yeniden tanımlayarak bu soyut alanda bir çapa işlevi görüyor. Bu ikisi çeviri ve yalnızlığı çevreleyen konuları ön plana çıkararak iki kutup arasında gidip geliyorlar.

İstanbul’da sergilenmekte olan iki çalışmanızın temelinde de bir tehdit algısı yatıyor. Birinde dışardan gelebilecek tehlikelere karşı bir koruma söz konusuyken diğerinde ise içerideki kurumların halktan gizli tutulması veya korunmasından bahsediyoruz. Bu durum küresel dünyanın bir tür paranoyası mı? Asıl korkulan, saklanmak istenen nedir sizce?

Bence bu durum tehdit algımızı görünür kılarken, aynı zamanda bilinmeyeni güce büründürme saplantımızın absürtlüğünü de ortaya koyuyor. Sırların korunması otoritenin de korunmasına olanak tanıyor. Bir muz sadece bir muzdur ama gümrüğün gözünde bir silaha dönüşüverir.

Bu kurumlara girmek için izin sürecinde birçok zorluk yaşadığınızdan bahsediyorsunuz. En sık karşılaştığınız ret cevabı neye ilişkin oluyor? Veya en dikkat çekicisi?

En büyük ret Disney’den geldi aslında. Yüzeydeki fantezinin yapılandığı çirkin sıradanlıktaki yeraltı tesislerini görüntülemek istemiştim. Faksla aldığım ret mektubunda bir Disney çalışanı “İçinde bulunduğumuz bu zor zamanlarda halka kaçabilecekleri bir fantezi vermek önemlidir” şeklinde bir ifadede bulunmuştu. Fotoğraf makinemi içeri almak istemediler çünkü onca özenle inşa edip, korudukları fantezinin yanılsamasını ve konforunu paramparça etmesinden korktular. Bu benim görüntüleyebileceğimin çok ötesinde, gerçekleri gizlemeyi, makyajlamayı, zayıflıkların üzerini örtmeyi veya acıyı yok sayarak gülümsemeyi anlatan herhangi bir fotoğraftan çok daha etkili bir kare oldu.  


Her bir serinizi ortak bir payda da birleştirseniz de barındırdıkları konular ve özneler birbirinden hayli uzak.  Bu kadar geniş bir alanda hareket etmeyi tercih etmenizin bir nedeni var mı?

 

Bu görüntüler her şeyden önce bir arşiv oluşturuyor. Yaşamın ve ölümün ve bu ikisi arasındaki sonsuz hikâye yığınlarının acımasız ve hissizleştirici malzemeleri arasındaki boşluklarda konuşulan bir şey var; Evrimleşiyor muyuz yoksa daha çok takılmış plak gibi miyiz diye soruyorlar bize. Bu sorunun peşinden giderek, geniş bir alanda hareket etmeyi tercih ediyorum.

 

Fotoğraflar uzun bir araştırma sürecinin son aşaması olarak ortaya çıkıyor. Bu konuları seçerken sizi harekete geçiren, heyecanlandıran nedir? Bu kadar özverili bir sürece sizi sokan tutku neden kaynaklanıyor?

 

Hayatta olduğum kısa süre içinde her şeyi görüp mümkün olduğunca çok deneyim yaşamak istiyorum sanırım. Hem psikolojik hem de fiziksel sınırlarımla yüzleşmeyi amaçlıyorum, bu yüzden sürekli olarak zamanın akışıyla mücadele halindeyim ama sanırım bu duygu beni yaptığım işe daha çok bağlıyor, heyecanlandırıyor.


Şu an MoMA’da ve  daha önce Tate Modern’de gösterilen Ölü İlan Edilen Canlı Bir Adam ve Diğer Bölümler’de siyasi, dini veya ekonomik bakımdan oldukça acı hikâyeleri ve bunlardan etkilenen birçok geniş aileyi belgeliyorsunuz.  Onların hem yüzleri, hem de hikâyeleriyle sizin projenizin bir parçası olmalarına ikna eden nedir? Aslında onlarla öncesinde kurduğunuz ilişkiyi merak ediyorum.

Fotoğrafını çektiğim kişilerle olan ilişkimde herhangi bir konuşma ve imadan özellikle kaçınıyorum aslında. Duygusal tetiklemelerden uzak durmak için, o kişiyle aramızda oluşabilecek hassas durumlarda kendimi bilerek bastırıyorum.  İzleyicide bir gerilim veya rahatsızlık yaratacak şekilde fotoğrafçı olarak kendi bakışımı geri çekmek istiyorum.  Bu şekilde fotoğraflarımda sanki durumdan haberdar değilmişim gibi bir pozisyon almayı tercih ediyorum.

bottom of page